Her dinin kendine özgü inançları, değerleri, kavramları ve sembolleri vardır. Yüce Allah Kur’anı Kerim’de, Safa ile Merve’yi “şeâir” olarak saymış (Bakara,158.); “hurumat” ve “şeâir” olarak yâd ettiği hac kurbanlarına tazimin gerekliliğini açıkça vurgulamıştır (Mâide, 110; Hac, 30, 32, 36).
Bilindiği gibi, kutsal metinlerde nasıl birtakım teşbih, mecaz, kinaye vb. simgesel ifadeler yer alıyorsa, dinî pratiklerde de aynı şekilde çeşitli semboller, geçmişteki bazı hatıraların canlandırılması gibi sembolik davranışlar yer almaktadır. Sözgelimi Kâbe’nin hemen yanı başında mütevazı iki küçük tepecik olan Safa ile Merve’yi de, hac esnasında kesilen “hedy kurbanlarını” da “şeâir” yapan şey, onların sembolik anlamlarından başka bir şey değildir. Dolayısıyla hac gibi neredeyse her bir menasiki sembolik ritüellerden oluşan ibadetlerin özünün, ruhunun yakalanabilmesi açısından bu ibadetlerin sembolik yönlerinin üzerinde durulması âdeta bir zorunluluktur.
Hac, dış görünüşü itibarıyla sembolleri andıran, gerçekte ise çeşitli ruhi eğitimleri sağlayan birbirinden farklı davranışların toplamından ibarettir. Bir semboller haritasıdır hac ve bu sembollerdeki manaları bilerek karar vermektir. Hac ibadeti baştan sona sembollerle dolu bir ibadettir. Tavaf, sa’y, şeytan taşlama, Arafat’ta vakfe vb. hepsi sembolik ibadetlerdendir.
Hac, ruhun Allah’a yükselişini temsil ettiğinden, Kâbe hedef değil, belki sonsuzluğa ve bu manevi atmosfere geçişin başlangıcıdır. Dıştan bakıldığında sembolik davranışlar şeklinde gözüken hacdaki her ibadetin ve şeklin bir anlamı ve mümini eğitici ve bilinçlendirici bir yönü vardır. Hac ibadeti esnasında bu anlam ve bilinci yakalayabilen, haccın hikmetlerine nüfuz edebilen müminler, eski hata ve günahlarından arınarak hayata yeni bir canlılık ve şuurla dönerler. Hac onların hayatında kalıcı etkilere sahip bir dönüm noktası olur. Hac, müminin kendi kendisinin farkına varma sürecidir.
Kâbe’yi tavafta yedi şavt, Safa ile Merve arasında yedi sa’y ve şeytan taşlamada yedişer taş atılması da önemlidir. Arapçada yedi, yetmiş ve yedi yüz rakamları çokluktan kinaye olarak kullanılan rakamlardır. Bunun anlamı, Kâbe’nin etrafın da sembolik olarak yedi defa dönülecektir ama Allah’ın rızasına erebilmek için pek çok defa dönülmelidir. Orada yedi defa sa’y yapılacaktır ama evlatların hayatta kalabilmesi için zorunlu olan abı hayatı, inancı, maneviyatı tedarik edebilmek için bir ömür boyu koşulacaktır.
Hac yolculuğunun heyecan veren başka bir tarafı da onun bir taraftan âdeta Hz. İbrahim’in asrına veya Hz. peygamber ve Sahabe asrına, yani geçmişe; diğer taraftan da hac sonrasında kazandıklarıyla geleceğe yapılan bir yolculuk olmasıdır. Yani bu yolcu, sanki bir zaman tüneliyle Hz. İbrahim ve ailesine, asrı saadete gitmektedir.
Hacca gelenler, sosyal ve ekonomik statülerini gösteren dünyevi elbiselerini, makam ve mevkilerini ortaya koyan üniformalarını, zevklerini, kültürlerini ve karakterlerini yansıtan her türlü (süs, ziynet, makyaj vb.) göstergeleri bırakıp, Allah önünde herkesin eşit olduğunu sembolize eden iki basit giysiye bürünmüş olurlar. Yani ihram ilk önce, Allah nezdinde mal, mülk, madde ve metaın bir hiç sayıldığını, bütün Müslümanların bu kutsal iklimde eşit ve kardeş olduğunu ifade eder. Birini diğerinden ayrıcalıklı, üstün gösteren hiçbir emare yoktur. Artık dünyevi elbiseler çıkartılmış, sadece kimlikler, kişilikler ortaya konulmuştur. Başı açık, yalın ayak, aç ve muhtaç, yokluk ve yoksulluk görüntüsü içinde, hiçliğini ortaya koymuş bir vaziyette girer harem bölgesine.
Hac, dünyada iken sembolik olarak kefenlerin giyildiği, Allah’ın huzuruna gidildiği, âdeta bir sorgulamadan geçildiği bir mahşerdir. Beyaz kefenlere bürünen dünyanın dört bir tarafından gelen Müslümanlar, âdeta ölüm ve ötesi hayatın bir provasını gerçekleştirirler hacda. Statüleri ne olursa olsun, bütün Müslümanlar aynı kıyafetler içinde, kardeşliklerini ve Allah’ın huzurunda eşit olduklarını gösterirler bedenleriyle. İhramla ölümü tadarlar, Arafat’ta diriliş ve mahşeri yaşarlar ve bu ruh ile Allah’ın huzuruna çıkarlar. Kısaca “ölmeden önce ölme” bilincini, manevi dirilişi kazanmaya çalışırlar. Böylece onlar, önemli bir irade egzersizi yapmak suretiyle ilahi iradeye boyun eğmeye hazır olduklarını kendilerine telkin ederler.
Haceri Esved’i selamlama, Allah’a vermiş olduğu ahdi yenileme anlamına gelmektedir. Ruhlar âleminde verdiği kulluk sözünü, amelleriyle ortaya koyduğu iman akdini bu defa Beyit’te, Beyt’in sahibinin önünde tekrar ikrar eder. İbn Abbas’tan nakledilen bir rivayete göre Haceri Esved, Allah’ın sağ elini temsil eder ve Allah onunla musafaha eder. İşte Haceri Esved’i selamlama, ahdi ve bey’atı tazelemeyi, tekrar tekrar sözünde durmayı sembolize eder.
Safa ile Merve arasında yapılan sa’y, bir arayıştır. Tıpkı Hacer validemizin kızgın güneşin altında susuzluktan kıvranan biricik İsmail’ine hayat verecek suyu arayışı gibi. Ve orada hacı, Hacer rolünü canlandırır. Yedi defa canlabaşla, hayli telaşla, heyecanla arayacaktır o mana suyunu, İsmail’lerini kurtaracak olan abı hayatı. Memleketinde bıraktığı ciğerparelerinin açlığını, susuzluğunu giderecek olan o hayat suyunu arar. Hz. Hacer’in İsmail’i, nasıl Cebrail’in yerden çıkardığı su ile kurtulmuşsa, bizim İsmail’lerimiz de yine Cebrail’in semadan getirdiği abı hayat ile yani Kur’an ile kurtulacaktır. İşte bu duygu ve düşüncelerle yapılan bir sa’y, sembolize ettiği arayışın amacını gerçekleştirecektir. Orada bu arayışın ne kadar çok yapılması gerektiğinin ifadesi olarak yedi defa koşarsa da, aslında nesillerinin muhtaç olduğu o kurtuluş suyu için yedi defa değil, yetmiş defa hatta yedi yüz defa koşuşturur, araştırır, soruşturur.
Arafat’ta diğer müminlerle bir arada bulunan, kıyafetiyle artık bu dünyayı terk ettiğini gösteren mümin, haşir ve hesaba çekiliş sahnesini temsili bir şekilde yaşayarak sorumluluğun ve hesaba çekilmenin idrakine varır. Allah’ın huzurunda durmanın manasını, makam, servet ve ilim gibi üstünlüklerin gerçek değerinin hesaba çekileceği zaman ortaya çıkacağını anlar ve üstünlüğün sadece takvada olduğunu kavrar.
Sevgili Peygamberimizin ifadesiyle “Hac, Arafat’tır” yani ârif olmaktır, marufa, marifete, marifetullaha ermektir. Dirilişi, mahşeri, mahkemei kübra öncesi bekleyişi, ölmeden önce ölmeyi, hesaba çekilmeden önce muhasebe yapmayı bilmektir. Arif olan anlar, Arafat’ı idrak eden hacı olur, Arafat’ı kavrayan marifeti bulur. Arafat, arif olma yeridir. Arafat marifeti yakalama yeridir. Arafat önce kendini bilme, kendini bulma deneyimidir.
Vakfe, duruş ve bekleyiş demektir. Arafat vakfesi, bir yandan insanın dünyaya ayak basışını, diğer yandan ise kıyamette Allah’ın huzurunda bekleyişini hatırlatır. Vakfe, uzun soluklu bir duruştur, sabahtan akşama kadar heyecanla, korku ve ümit arası bir bekleyiştir. Arafat, müminin Rabbi’nin huzurunda imanla, sebatla, umutla gerçekleştirdiği bilinçli bir duruştur. Vakfe, inananların, nefislerine karşı, birbirlerine karşı, başkalarına karşı ortaya koyduğu vakarlı ve kararlı bir duruştur. Bütün Müslümanların kardeş olduklarını, Hz. İbrahim’in milleti olan tek bir din ve millet olduklarını, yek vücut olduklarını ispatlayan şanlı, asaletli bir duruştur.
Şeytan taşlama, Hz. İbrahim’e engel olmaya çalışan şeytanı kovmak amacıyla ona taş fırlatmasını sembolize eder. Bir peygamber olarak ona şeytan gözükmüş ve o da Rabbi ile arasına girmek isteyen, kendisini engellemek isteyen şeytanı taşlamıştı. Taşlama, bir anlamda şeytana karşı girişilen bir savaşı sembolize eder. Attığı her bir taşı, nefsine, şehvetine ve şeytana karşı fırlatır. Kulluğun ve sorumluluğun önünde engel olan şeyler her ne ise...
Kurban, bir taraftan hac görevlerini yerine getirebilmenin şükrünü eda etmek, bir taraftan da, şeytana karşı yapılan savaşta elde edilen zaferi kutlamak demektir. Nasıl Ramazan orucunu tamamlayınca Ramazan Bayramı yapılıyorsa, hac ibadetleri tamamlanınca da hac kurbanları (Hedy) kesilmekte ve Kurban Bayramı kutlanmaktadır. Kısaca Arafat’ta bilgiye, Meş’ar’da bilince, Mina’da sevgiye ve Cemerat’ta zafere kavuşan hacı, kurban hedyi (hediyyesi) ile takvaya, takva ile de Allah’a ulaşmaktadır.
Veda Tavafı, Allah ile karşılaşıncaya dek yenilediği ahdine sadık kalacağı niyet ve düşüncesiyle Kâbe’ye veda ediştir. Ziyaret tavafıyla hac tamamlandığı için, bu tavaf âdeta bir mühür mesabesindedir. Şeytanı yenmiş, nefsini dizginlemiş, günahlarından arınmış, imanını ve ahdini yenilemiş, kalbini her türlü olumsuz duygu ve düşüncelerden temizlemiş bir vaziyette “kabul edilmiştir” mührünü elde edebilme ümidiyle yapar ziyaret tavafını. Ziyaret tavafında, artık “mebrur bir hac” yapmış olduğu ümidi ile “annesinden doğduğu gibi bağışlandığı” inancı ile son yakarışlarını yapar Kâbe’nin etekleri etrafında. Artık, her türlü kirden arınmış, iman, marifet, bilinç, sevgi ve takva ile donamış tertemiz bir kalp ile yapar son tavaflarını. Ve tekrar kavuşmak üzere gözyaşlarıyla kutsal iklimden ayrılır.
Netice olarak bu iman ve bilinçle yapılan hac, bir dönüşümdür, değişimdir. Âdeta silkinip yeniden kendine geliş, ölen ruhun yeniden dirilişidir. Hayat yolculuğunun hacdan sonraya kalan kısmını, yoldaki işaretlere çok daha dikkat ederek yol alış ve bu kazanımlarla son menzile varıştır.
Bilindiği gibi, kutsal metinlerde nasıl birtakım teşbih, mecaz, kinaye vb. simgesel ifadeler yer alıyorsa, dinî pratiklerde de aynı şekilde çeşitli semboller, geçmişteki bazı hatıraların canlandırılması gibi sembolik davranışlar yer almaktadır. Sözgelimi Kâbe’nin hemen yanı başında mütevazı iki küçük tepecik olan Safa ile Merve’yi de, hac esnasında kesilen “hedy kurbanlarını” da “şeâir” yapan şey, onların sembolik anlamlarından başka bir şey değildir. Dolayısıyla hac gibi neredeyse her bir menasiki sembolik ritüellerden oluşan ibadetlerin özünün, ruhunun yakalanabilmesi açısından bu ibadetlerin sembolik yönlerinin üzerinde durulması âdeta bir zorunluluktur.
Hac, dış görünüşü itibarıyla sembolleri andıran, gerçekte ise çeşitli ruhi eğitimleri sağlayan birbirinden farklı davranışların toplamından ibarettir. Bir semboller haritasıdır hac ve bu sembollerdeki manaları bilerek karar vermektir. Hac ibadeti baştan sona sembollerle dolu bir ibadettir. Tavaf, sa’y, şeytan taşlama, Arafat’ta vakfe vb. hepsi sembolik ibadetlerdendir.
Hac, ruhun Allah’a yükselişini temsil ettiğinden, Kâbe hedef değil, belki sonsuzluğa ve bu manevi atmosfere geçişin başlangıcıdır. Dıştan bakıldığında sembolik davranışlar şeklinde gözüken hacdaki her ibadetin ve şeklin bir anlamı ve mümini eğitici ve bilinçlendirici bir yönü vardır. Hac ibadeti esnasında bu anlam ve bilinci yakalayabilen, haccın hikmetlerine nüfuz edebilen müminler, eski hata ve günahlarından arınarak hayata yeni bir canlılık ve şuurla dönerler. Hac onların hayatında kalıcı etkilere sahip bir dönüm noktası olur. Hac, müminin kendi kendisinin farkına varma sürecidir.
Kâbe’yi tavafta yedi şavt, Safa ile Merve arasında yedi sa’y ve şeytan taşlamada yedişer taş atılması da önemlidir. Arapçada yedi, yetmiş ve yedi yüz rakamları çokluktan kinaye olarak kullanılan rakamlardır. Bunun anlamı, Kâbe’nin etrafın da sembolik olarak yedi defa dönülecektir ama Allah’ın rızasına erebilmek için pek çok defa dönülmelidir. Orada yedi defa sa’y yapılacaktır ama evlatların hayatta kalabilmesi için zorunlu olan abı hayatı, inancı, maneviyatı tedarik edebilmek için bir ömür boyu koşulacaktır.
Hac yolculuğunun heyecan veren başka bir tarafı da onun bir taraftan âdeta Hz. İbrahim’in asrına veya Hz. peygamber ve Sahabe asrına, yani geçmişe; diğer taraftan da hac sonrasında kazandıklarıyla geleceğe yapılan bir yolculuk olmasıdır. Yani bu yolcu, sanki bir zaman tüneliyle Hz. İbrahim ve ailesine, asrı saadete gitmektedir.
Hacca gelenler, sosyal ve ekonomik statülerini gösteren dünyevi elbiselerini, makam ve mevkilerini ortaya koyan üniformalarını, zevklerini, kültürlerini ve karakterlerini yansıtan her türlü (süs, ziynet, makyaj vb.) göstergeleri bırakıp, Allah önünde herkesin eşit olduğunu sembolize eden iki basit giysiye bürünmüş olurlar. Yani ihram ilk önce, Allah nezdinde mal, mülk, madde ve metaın bir hiç sayıldığını, bütün Müslümanların bu kutsal iklimde eşit ve kardeş olduğunu ifade eder. Birini diğerinden ayrıcalıklı, üstün gösteren hiçbir emare yoktur. Artık dünyevi elbiseler çıkartılmış, sadece kimlikler, kişilikler ortaya konulmuştur. Başı açık, yalın ayak, aç ve muhtaç, yokluk ve yoksulluk görüntüsü içinde, hiçliğini ortaya koymuş bir vaziyette girer harem bölgesine.
Hac, dünyada iken sembolik olarak kefenlerin giyildiği, Allah’ın huzuruna gidildiği, âdeta bir sorgulamadan geçildiği bir mahşerdir. Beyaz kefenlere bürünen dünyanın dört bir tarafından gelen Müslümanlar, âdeta ölüm ve ötesi hayatın bir provasını gerçekleştirirler hacda. Statüleri ne olursa olsun, bütün Müslümanlar aynı kıyafetler içinde, kardeşliklerini ve Allah’ın huzurunda eşit olduklarını gösterirler bedenleriyle. İhramla ölümü tadarlar, Arafat’ta diriliş ve mahşeri yaşarlar ve bu ruh ile Allah’ın huzuruna çıkarlar. Kısaca “ölmeden önce ölme” bilincini, manevi dirilişi kazanmaya çalışırlar. Böylece onlar, önemli bir irade egzersizi yapmak suretiyle ilahi iradeye boyun eğmeye hazır olduklarını kendilerine telkin ederler.
Haceri Esved’i selamlama, Allah’a vermiş olduğu ahdi yenileme anlamına gelmektedir. Ruhlar âleminde verdiği kulluk sözünü, amelleriyle ortaya koyduğu iman akdini bu defa Beyit’te, Beyt’in sahibinin önünde tekrar ikrar eder. İbn Abbas’tan nakledilen bir rivayete göre Haceri Esved, Allah’ın sağ elini temsil eder ve Allah onunla musafaha eder. İşte Haceri Esved’i selamlama, ahdi ve bey’atı tazelemeyi, tekrar tekrar sözünde durmayı sembolize eder.
Safa ile Merve arasında yapılan sa’y, bir arayıştır. Tıpkı Hacer validemizin kızgın güneşin altında susuzluktan kıvranan biricik İsmail’ine hayat verecek suyu arayışı gibi. Ve orada hacı, Hacer rolünü canlandırır. Yedi defa canlabaşla, hayli telaşla, heyecanla arayacaktır o mana suyunu, İsmail’lerini kurtaracak olan abı hayatı. Memleketinde bıraktığı ciğerparelerinin açlığını, susuzluğunu giderecek olan o hayat suyunu arar. Hz. Hacer’in İsmail’i, nasıl Cebrail’in yerden çıkardığı su ile kurtulmuşsa, bizim İsmail’lerimiz de yine Cebrail’in semadan getirdiği abı hayat ile yani Kur’an ile kurtulacaktır. İşte bu duygu ve düşüncelerle yapılan bir sa’y, sembolize ettiği arayışın amacını gerçekleştirecektir. Orada bu arayışın ne kadar çok yapılması gerektiğinin ifadesi olarak yedi defa koşarsa da, aslında nesillerinin muhtaç olduğu o kurtuluş suyu için yedi defa değil, yetmiş defa hatta yedi yüz defa koşuşturur, araştırır, soruşturur.
Arafat’ta diğer müminlerle bir arada bulunan, kıyafetiyle artık bu dünyayı terk ettiğini gösteren mümin, haşir ve hesaba çekiliş sahnesini temsili bir şekilde yaşayarak sorumluluğun ve hesaba çekilmenin idrakine varır. Allah’ın huzurunda durmanın manasını, makam, servet ve ilim gibi üstünlüklerin gerçek değerinin hesaba çekileceği zaman ortaya çıkacağını anlar ve üstünlüğün sadece takvada olduğunu kavrar.
Sevgili Peygamberimizin ifadesiyle “Hac, Arafat’tır” yani ârif olmaktır, marufa, marifete, marifetullaha ermektir. Dirilişi, mahşeri, mahkemei kübra öncesi bekleyişi, ölmeden önce ölmeyi, hesaba çekilmeden önce muhasebe yapmayı bilmektir. Arif olan anlar, Arafat’ı idrak eden hacı olur, Arafat’ı kavrayan marifeti bulur. Arafat, arif olma yeridir. Arafat marifeti yakalama yeridir. Arafat önce kendini bilme, kendini bulma deneyimidir.
Vakfe, duruş ve bekleyiş demektir. Arafat vakfesi, bir yandan insanın dünyaya ayak basışını, diğer yandan ise kıyamette Allah’ın huzurunda bekleyişini hatırlatır. Vakfe, uzun soluklu bir duruştur, sabahtan akşama kadar heyecanla, korku ve ümit arası bir bekleyiştir. Arafat, müminin Rabbi’nin huzurunda imanla, sebatla, umutla gerçekleştirdiği bilinçli bir duruştur. Vakfe, inananların, nefislerine karşı, birbirlerine karşı, başkalarına karşı ortaya koyduğu vakarlı ve kararlı bir duruştur. Bütün Müslümanların kardeş olduklarını, Hz. İbrahim’in milleti olan tek bir din ve millet olduklarını, yek vücut olduklarını ispatlayan şanlı, asaletli bir duruştur.
Şeytan taşlama, Hz. İbrahim’e engel olmaya çalışan şeytanı kovmak amacıyla ona taş fırlatmasını sembolize eder. Bir peygamber olarak ona şeytan gözükmüş ve o da Rabbi ile arasına girmek isteyen, kendisini engellemek isteyen şeytanı taşlamıştı. Taşlama, bir anlamda şeytana karşı girişilen bir savaşı sembolize eder. Attığı her bir taşı, nefsine, şehvetine ve şeytana karşı fırlatır. Kulluğun ve sorumluluğun önünde engel olan şeyler her ne ise...
Kurban, bir taraftan hac görevlerini yerine getirebilmenin şükrünü eda etmek, bir taraftan da, şeytana karşı yapılan savaşta elde edilen zaferi kutlamak demektir. Nasıl Ramazan orucunu tamamlayınca Ramazan Bayramı yapılıyorsa, hac ibadetleri tamamlanınca da hac kurbanları (Hedy) kesilmekte ve Kurban Bayramı kutlanmaktadır. Kısaca Arafat’ta bilgiye, Meş’ar’da bilince, Mina’da sevgiye ve Cemerat’ta zafere kavuşan hacı, kurban hedyi (hediyyesi) ile takvaya, takva ile de Allah’a ulaşmaktadır.
Veda Tavafı, Allah ile karşılaşıncaya dek yenilediği ahdine sadık kalacağı niyet ve düşüncesiyle Kâbe’ye veda ediştir. Ziyaret tavafıyla hac tamamlandığı için, bu tavaf âdeta bir mühür mesabesindedir. Şeytanı yenmiş, nefsini dizginlemiş, günahlarından arınmış, imanını ve ahdini yenilemiş, kalbini her türlü olumsuz duygu ve düşüncelerden temizlemiş bir vaziyette “kabul edilmiştir” mührünü elde edebilme ümidiyle yapar ziyaret tavafını. Ziyaret tavafında, artık “mebrur bir hac” yapmış olduğu ümidi ile “annesinden doğduğu gibi bağışlandığı” inancı ile son yakarışlarını yapar Kâbe’nin etekleri etrafında. Artık, her türlü kirden arınmış, iman, marifet, bilinç, sevgi ve takva ile donamış tertemiz bir kalp ile yapar son tavaflarını. Ve tekrar kavuşmak üzere gözyaşlarıyla kutsal iklimden ayrılır.
Netice olarak bu iman ve bilinçle yapılan hac, bir dönüşümdür, değişimdir. Âdeta silkinip yeniden kendine geliş, ölen ruhun yeniden dirilişidir. Hayat yolculuğunun hacdan sonraya kalan kısmını, yoldaki işaretlere çok daha dikkat ederek yol alış ve bu kazanımlarla son menzile varıştır.