Çünkü bahse konu bütün süreç ressamın resmi ortaya çıkarmasının bir parçasıdır ve tüm süreç resmin ortaya çıkması gayesiyle gerçekleştirilmiştir. Üstelik ressam, ne kağıdın ne boyaların ne de sürecin içerisinde gerçekleştiği zamanın yaratıcısıdır. Oysa Allah, süreçlerin ham maddesi olan maddelerin de sürecin içinde gerçekleştiği zamanın da yaratıcısıdır. Bu yüzden bir Müslüman, Allah, “Gökyüzünü yarattım” veya “Canlıları yarattım” veya “Siz insanları yarattım” dediğinde; bu tarz ifadelerin hiçbirini, peşinen, süreçsiz bir yaratma olarak anlamaması gerekir. Bu tarz ifadelerin hiçbirinde süreci dışlayan bir unsur mevcut değildir.
Düzeltilmesi gerekli bir yanlış, biyologların “rastgele” (random) ifadesini kullandıkları zaman neyi kastettiklerinin yanlış anlaşılmış olmasıyla ilgilidir. Biyologlar canlı organizmadaki değişimden (mutasyon) bahsederken bunun “rastgele” olduğunu söylüyorlarsa, bu değişimi canlının ihtiyacına göre oluşturan bir biyoloji yasasının olmadığını ifade etmek istiyorlardır.
Böylece bu “rastgele” ifadesiyle, YeniDarwinci anlayışla, türlerin ihtiyaçlarına göre ve türlerin çabaları sonucu değişimlerin oluştuğunu söyleyen Lamarkçı anlayışın değişim mekanizmalarının farkı vurgulanmaktadır. Kısacası buradaki “rastgele” ifadesi, türlerin değişim mekanizmaları ve bunun genetikteki oluş şekliyle ilgilidir; bununla ateist bir iddiada bulunulmamaktadır. Türlerin değişim mekanizmasını bu anlamda “rastgele” gören birisi, türlerin ortaya çıkış ve değişimleriyle ilgili süreci Allah’ın planın gerçekleşmesi olarak değerlendirebilir. Bunlar arasında birbirini dışlayan bir unsur mevcut değildir.
Burada anlaşılması kritik olan kavram “süreç”tir. Bir Müslüman için etrafımızda gördüğümüz tüm varlık Allah’ın yaratmasının ürünleridir ve hepimizin gözlediği gibi bu varlığın hepsi çeşitli süreçlerle bağlantılıdır. yemek yiyen birçok Müslüman yemeği bitince “Elhamdülillah” deyip yemeği verdiği için Allah’a şükreder. Fakat yemek pişirilmeden önce yemekteki kabaklar bir süreçle hazırlanmıştır; kabağın yetişmesi bir süreçle olmuştur, sonra tarladan kabağı çiftçi toplamış, bir tüccar satmış, baba pazardan kabağı satın alıp eve getirmiş, anne yemeği pişirmiştir.
Böylesi süreçler Allah’ın atomları, dünyayı, hayatı, bitkileri ve süreçlerin içinde gerçekleştiği zamanı yaratması sayesinde oluştuğu için bir Müslüman hiçbir zaman süreçle gerçekleşmeyi Allah’ın yaratmasına aykırı bulmaz ve kabağı yerken gayet tutarlı bir şekilde “Elhamdülillah” der. Bu Müslüman, kabağın yanında süt içiyorsa Kur’an’daki şu ayeti hatırlayabilir:
Sizin için hayvanlarda da elbette ibretler vardır, size karınlarındaki sindirilmiş gıdalar ile kan arasından, içenlerin boğazından kolaylıkla kayan dupduru bir süt içirmekteyiz.2
Süt içerken bu ayeti hatırlayarak Allah’a şükreden hiçbir Müslüman; sütü veren ineğin ot yemediğini, ineğin ayrıntıları Kur’an’da geçmeyen süreçleri bedeninde geçirmediğini, sütün sofraya birçok kişinin aracılığıyla gelmediğini düşünmez. Sütü içmemize kadar gerçekleşen ve ayette dikkat çekilmeyen hiçbir süreç ayetteki “süt içirmekteyiz” ifadesi ile çelişkili kabul edilmez. Aslında biraz düşünülürse, bir şeyi, kendisini var eden tüm süreçle beraber anlatmanın neden mümkün olmadığı rahatça anlaşılabilir. Dünyada gerçekleşen olgular, bunları mümkün kılan elementlerin oluşum süreçleri sayesinde gerçekleşmektedir.
Bu elementlerin ortaya çıkışı ise büyük patlamanın başlangıcına, evrendeki temel kuvvetlerin birbirinden ayrılmasına, Higgs parçacığının kütle vermesine, galaksilerin ve yıldızların oluşumuna, yıldızların içindeki hassas ayarlı birçok sürece bağımlıdır. Kısacası Allah’ın, “yağmuru yağdırma” veya “rüzgarları estirme” veya “süt içirme” olgularına her atıf yaptığında, bunların arkasındaki tüm süreçlerden bahsetmesi gerekseydi büyük patlamanın başlangıcından başlayarak tüm süreçleri, her biri için açıklaması gerekirdi.
Böylesi bir süreç anlatımının bir kere bütün ayrıntılarıyla aktarılması bile Kur’an’dan çok daha kalın bir hacmi gerektirir. Aynı durum bizim “resmi çizdim” gibi ifadelerimiz için de geçerlidir. Resim gibi bir yapıtın ortaya çıkmasını mümkün kılan süreçlerin hepsinin anlatımını yapmaya kalksak; büyük patlamanın başlangıcından yıldızların içindeki karbon gibi elementlerin oluşum süreçlerine kadar geniş bir süreci aktarmamız gerekir. Sonuçta herhangi bir olgu anlatılırken; birincisi pratik olarak bu olguyu mümkün kılan bütün süreçlerin anlatılması mümkün değildir, ikincisi dili kullanırken bir şeyi oluşturan süreçlere atıf yapmadan o şeyin ortaya çıkmasını belirttiğimizi, dil kullanıcıları olarak hepimiz bilmekteyiz. Hele Allah gibi bütün sürecin sahibi bir varlığın, süreçlere atıf yapmadan ortaya çıkan varlıklardan bahsetmesinde beklenmeyecek hiçbir durum mevcut değildir; zaten Kur’an’ın dilini incelediğimizde bu hususa yüzlerce ayette tanıklık etmekteyiz.
“Süreçle yaratma” ile ilgili bu olguyu anlamayanlar, Kur’an’daki Allah’ın yaratmasını tarif eden “Ol demesiyle olur” (Kun fe yekun) ifadelerinin “süreçsiz yaratma”ya işaret ettiğini söyleyerek, canlıların ve insanın süreçsiz yaratıldığı gibi bir iddiayı seslendirmişlerdir. Kur’an’daki “Ol demesiyle olur” ifadelerinin geçtiği yerleri yüzeysel bir şekilde okuyanlar bile bu iddianın yanlışlığını anlayacaklardır.3 Kur’an’dan, Allah’ın “Ol” emriyle yani irade etmesiyle dilediğinin oluşacağını anlıyoruz. Fakat bu, bahsedilen oluşumların, dünyevi zaman olarak “bir anda” (süreçsiz) gerçekleştiği anlamına gelmez. Allah’ın “Ol” emrinin yani iradesinin, bir şeyin oluşması için yeterli olduğu anlamına gelir. Bazı çevirmenler, Kur’an’da geçen “Ol” emirlerinden sonra gelen Arapça “fe” edatını “hemen” diye çevirmişler ve çeviri “Ol demesiyle hemen olur” şeklinde yapılmıştır. Kur’an’da birçok yerde geçen “fe” edatlarını incelediğimizde, bu edatların “sonralık, bunun üzerine” anlamlarına geldiğini ve bu edatın geçtiği yerlerin çoğunda bir sürecin mevzubahis olduğunu görürüz. “Fe” edatının, “anında, hemen” anlamına gelen kelimelerle Kur’an meallerindeki yanlış çevirileri düzeltilmelidir.
Ayetlerde kastedilen Allah’ın “Ol” emrini takiben Allah’ın dileğinin kayıtsız şartsız gerçekleşmesidir, yoksa bu gerçekleşmenin süreçsiz olduğu anlaşılmamaktadır. Nitekim Kur’an’dan Allah’ın gökleri ve yeri altı devirde (yevm) yarattığını anlıyoruz (bir sonraki başlıkta “altı devir” konusu işlenecektir). Diğer yandan göklerin ve yerin yaratılışı için “Ol” emrinin yeterli olduğu şu ayetlerden anlaşılmaktadır:
81 Gökleri ve yeri yaratan, onların bir benzerini yaratmaya kadir değil mi? Elbette, O, yaratandır, bilendir.
82 Bir şeyi dilediği zaman, Onun emri olan “Ol” demesiyle olur.
Allah’ın “Ol” emrinden, dünyevi süreçte anında var olmayı anlamak için makul bir sebep yoktur. Evren 13,8 milyar yaşındadır ama bu, Allah’ın katında bir “Ol” emrinin karşılığıdır. Einstein’ın izafiyet teorisi ile zamanın mutlak olmadığı, yerçekimi ve hız gibi evren içindeki olgulardan etkilendiği teorik olarak ortaya konulmuş ve sonra deneysel verilerle de bu teori desteklenmiştir.5 Evren içinde bile değişkenliği olan zamanın Allah’ı bağlayıcı bir niteliği olduğu ve Allah’ın zaman içinde beklediği düşünülemez.
Bu yüzden “Allah niye bu kadar uzun zaman beklesin ki” gibi sorular sormak anlamsızdır. “Allah’ın zamanın içinde beklediği” şeklindeki yanlış düşünceler, Allah’ı zamanın yaratıcısı değil de zamana tabi bir varlık olarak gören anlayıştan kaynaklanmaktadır. Böylesi bir anlayışın sahipleri ise Allah’ın uzun süre beklediğini düşünmemek için Allah’ın ya bir anda ya çok kısa sürede oluşları gerçekleştirmesi gerektiği gibi yanlış iddiaları savunabilmektedirler.
Kur’an’da “Ol demesiyle olur” ifadesi, Hz. İsa’nın yaratılışı anlatılırken de kullanılmıştır. Hz. İsa ile ilgili bu kullanım da bu ifadenin süreçsiz bir yaratmayı tarif etmediğini göstermektedir:
Meryem dedi ki: “Rabbim, benim çocuğum nasıl olur? Bana hiçbir insan dokunmadı ki!” Allah da “Allah dilediğini işte böyle yaratır. Bir iş ve oluşa karar verdiğinde ona ‘Ol’ demesiyle olur” dedi.
Hz. İsa’nın dünyaya gelmesi “Ol” emrine tabidir ama Kur’an’da da anlatıldığı gibi annesi Hz. Meryem onu rahminde belli bir zaman süreci boyunca taşımıştır. Eğer “Ol demesiyle olur” ifadelerinin süreçsizliği, yani bir anda yaratılmayı ifade ettiği düşünülecekse, Hz. İsa’nın delikanlılık çağında, bu çağının öncesini oluşturan bir süreç olmaksızın yeryüzünde belirdiği gibi bir iddianın savunulması gerekirdi. “Ol demesiyle olur” ifadelerine gönderme yaparak insan türünün ilk ortaya çıkışı için süreçsizliği öngörenlerin, gerek evrenle gerek Hz. İsa ile ilgili bu ifadeler kullanıldığında süreçsiz yaratılışı anlamamaları, iddialarını iyice düşünmeden dile getirdiklerini ortaya koymaktadır. Tüm bunlar gösteriyor ki canlıların ve Adem’in “Ol” emriyle yaratılışından dünyevi süre olarak “bir anda” yaratılmayı anlamak için hiçbir makul sebep bulunmamaktadır.
Daha önce dikkat çektiğim gibi bir Müslüman’ın evrim teorisini İslam adına reddetmesi yanlış olsa da, bu teoriyi kendi görüşünün neticesinde reddetmesinin İslam’a aykırı olduğu gibi bir iddiada da bulunulamaz. Fakat bazıları gibi “Allah’ın süreçle yaratmaya ne ihtiyacı var” diyerek bu teoriye itirazda bulunmak; süreçle yaratmayı Allah’a yakıştıramamak demektir ve İslami inanç açısından sıkıntılı bir yaklaşımdır. Çünkü az önce örneklerini sunduğum gibi Kur’an’da anlatılan yaratılışların çoğu da bizim etrafımızda gözlediğimiz yaratılışların hepsi de süreçle oluşmaktadır.
Süreçle yaratmayı Allah’a yakıştıramayan birinin, şu anda etrafında gözlemlediği olguların ve kendisinin yaratılışını takdir etmesi mümkün değildir, çünkü bunlar hep süreçlerin eseridir. Kısacası birçok kimse evrim teorisine sırf karşı çıkmış olmak için öyle laflar etmektedirler ki, evrim teorisine karşı çıkmakla olmasa da evrim teorisine karşı ileri sürdükleri itiraz şekilleriyle İslami inançla çelişkili bir pozisyona sürüklenmektedirler.
Allah’ın süreçle yaratması, evrendeki oluşumların nedensonuç zincirleri ile gerçekleşmesiyle kendini gösterir. Bu nedensonuç ilişkileri anlaşılarak bilimsel bilgiye ulaşılır. Bilimsel bilgi sayesinde ise yıldızların iç yapılarını, dünyamızın atmosferini, arının bal yapma sürecini, kalp ve damar sistemlerimizi öğreniriz. Bunları öğrenmek ise Allah’ın kudret ve sanatına tanıklık etmek için aracılar hükmündedir. Görüldüğü gibi süreçle yaratmanın olduğu bir evrende olmamız sayesinde Allah’ın kudret ve sanatına tanıklık edebileceğimiz bilgiler edinebiliyoruz.
Süreçle yaratmayı reddetmek, başlangıçta yaratmış ve sonra yarattıklarıyla tüm bağlarını kopartmış deist bir yaratıcı anlayışına sürükler ki “her an bir iş ve oluşta olan aktif Allah” inancına sahip olan İslam dini açısından böylesi bir Allah tasavvuru kabul edilemez. Bu da bize, bir Müslüman’ın süreçle yaratmada en ufacık bir sorun bulmaması gerektiğini, tersine süreçle yaratmayı takdir edemeyenlerin Allah’ın kudret ve sanatını gereğince takdir edemeyeceğini gösterir.
Ayrıca İslam dininin bu hayatla ilgili en önemli iddialarından birisi bir imtihan dünyasında olduğumuzdur; imtihan ancak eylemlerimizin sonuçlarını bilebildiğimiz bir ortamda mümkündür, eylemlerimizin sonuçlarını ise ancak düzenli süreçlerle işleyen bir evrende bilebiliriz. Şöyle bir örnek düşünün: Yüksek bir uçurumun kenarında duran masum bir kişiyi birisi itse, iten kişinin bu eyleminin yanlış olduğuna çok rahat karar veririz. Çünkü dünyada işleyen düzenli süreçleri gözlememiz çerçevesinde bu itme eylemin öldürücü olacağını bilmekteyiz.
Vicdanlı bir insan olarak bu itme davranışını kınayacağımız gibi bir mahkemede hakim olma gibi bir vasfımız olsa, bu eylemde bulunan kişinin cezalandırılmasına da rahatlıkla hükmedebiliriz. Fakat bir an için her şeyin düzenli bir sürece bağlı olmadan ortaya çıktığı bir dünya hayal etmeye çalışın: Bu dünyada birisini uçurumdan ileri iten bir kişinin ileri ittiği kişiye ne olacağını tahmin etmesi mümkün olamadığından bu eyleminden sorumlu olacağı da düşünülemez.7 Kısacası doğa yasalarına bağlı süreçlerle işleyen bir dünyada var olmamız sayesinde Allah’ın kudret ve sanatına tanıklık ettiğimiz gibi, eylemlerimizden sorumlu olduğumuz bir imtihan dünyasında olmamız da böyle bir dünyada olmamız sayesinde mümkün olmuştur. Bunları iyice anlayan bir Müslüman’ın “süreçle yaratılma” olgusundan rahatsızlık duyması düşünülemez.
Bazen evrim teorisinin İslam ile çelişkili olduğunu gösterebilmek için çok zorlama izahlara başvurulmaktadır. Bu zorlama izahlardan birini yapanlar, Kur’an’da bahsedilen melekleri gündeme getirmekte ve “Melekler de mi evrimle yaratıldı” diye sormaktadırlar. Bu soruyu soranlar, bu dünyanın dışındaki meleklerin evrimle yaratılmadığı ortaya konulursa bunun evrim teorisine karşı bir delil olduğunu zannetmekteler! Öncelikle evrim teorisinin bu dünyadaki canlıların oluşum süreciyle ilgili biyolojik bir teori olduğunu, bu dünyanın dışındaki ve bizim göremediğimiz varlıkların biyolojinin konusu olmadığını bilmeliyiz.
Bu yüzden meleklerin evrimle veya evrimsiz oluşumu, ne evrimin lehine ne de aleyhine bir delil olabilir. Meleklerin insanla aynı süreçlerle yaratılmış olduğuna dair Kur’an’dan bir delil ileri sürmek mümkün değildir ki böyle bir itiraz yapılabilsin. Ayrıca insanlar; anne babalarının cinsel ilişkisi, annelerinin rahimlerindeki aşamalar ve bebeklik gibi süreçlerden geçerek var olmaktadırlar.
Peki, meleklerin anne ve babasının olduğunu, bunların cinsel ilişkisiyle meleklerin oluştuğunu, meleklerin annelerinin rahimlerinde aşamalar geçirdiğini ve bebeklik evreleri olduğunu ileri süren var mı? Diğer canlıları ve insanı oluşturan süreçlerle ilgili bilimsel bir iddianın ancak melekler de bu süreçleri geçirmişse doğru olabileceğini düşünüp böylesi soru soranlar, insanların geçirdiği bu süreçleri meleklerin de geçirdiğini neden düşünmüyorlar? İşin doğrusu meleklerin yaratılışı hakkında tek bilinen Allah’ın onları yarattığıdır; bu yaratmanın bir süreçle olup olmadığını ve bir süreç olduysa bu sürecin nasıl gerçekleştiğini hiç kimse bilmemektedir. Bu yüzden buradan hareketle evrim teorisine itirazda bulunmak anlamsızdır.
Çamurdan yaratılma
“Bir Müslüman’ın evrim teorisini inkar etmesi gerektiğini neden düşünüyorsunuz” diye sorduğumda birçok sefer cevap vermekte bocalanıldığını gördüm. Verilen cevaplarda ise ilk dile getirilen hususlardan biri Kur’an’da insanın çamurdan yaratılmasından bahsedilmesi oldu. Çamurdan yaratılışın evrimle çelişik olduğu yaygın bir görüştür. İnsanın çamurdan yaratılmasına dikkat çekilen bir Kur’an ayeti şöyledir:
O sizi çamurdan yarattı. Bir de size bir ömür belirledi. Belirlenmiş ömür Onun katındadır. Bir de sizler şüpheler içerisindesiniz.
Kur’an’da insanların “sudan” (ma)9 yaratıldığına, “topraktan” (turab)10 yaratıldığına, ayrıca toprakla suyun bileşimi olan çamurun (tin) belli bir “özünden” (sulale)11 yaratıldığına dikkat çekilir. Kur’an’ın üslubu içerisinde yaratılışın farklı aşamalarından birinin seçilerek vurgulanmasını veya bir aşamanın farklı özelliklerinden birinin seçilip vurgulanmasını gözlemleriz. Örneğin Yasin suresi 77. ayette insanın “azıcık bir sudan” (nutfe)12 yaratıldığı, Alak suresi 2. ayette insanın “asılıp tutunandan” (alak)13 yaratıldığı anlatılmaktadır. Kur’an’ın farklı yerlerinde insan, kendisini oluşturan bu farklı aşamalarla tarif edilirken Müminun suresinde bu farklı aşamalar bir sıraya konulup yanlış anlayışların önü kapatılır: Müminun suresi 12. ayette insanın “çamurdan” (tin), 13. ayette sonra “azıcık bir sudan” (nutfe), 14. ayette ise sonra “asılıp tutunandan” (alaka) yaratıldığı aktarılır.14 Bir konu üzerinde değerlendirmelerde bulunurken, Kur’an’daki o konuyla ilgili bütün ayetleri göz önünde bulundurmak, Kur’an’ı anlamanın en temel ilkelerinden biridir.
Allah’ın insanı yarattığı bir aşamaya Kur’an’ın bir yerinde dikkat çekilmesi, bu aşamadan doğrudan, başka hiçbir aşama geçirilmeden, insanın oluştuğu anlamına gelmez. Nasıl ki “azıcık bir sudan” (nutfe) yaratılışa dikkat çekilirken arada hiçbir aşama olmadığını kimse anlamıyorsa, “çamurdan” (tin) yaratılıştan bahsedilirken de arada hiçbir aşamasüreç olmaksızın bir yaratılışı anlamak için hiçbir sebep yoktur. Kur’an’ın anlattığı kimi konuların bilimle ilgisi olsa da Kur’an bir bilim kitabı değildir. Kur’an ne ilk insanın yaratılışıyla ne anne rahminde geçirilen evrelerle ilgili bütün detayları vermez. Zaten Kur’an sırf anne rahmindeki oluşumların detaylarını vermeye kalksaydı bu bile Kur’an’ın katbekat üzerinde hacimli bir esere denk gelirdi.
Dikkatli bir şekilde Kur’an okunduğunda; Ali İmran suresi 59. ayette Adem’in ismiyle beraber topraktan yaratılmaya sadece bir kez dikkat çekilmesinin yanında, birçok ayette, örneğin Hac suresi 5. ayette “Sizi topraktan yarattık” denilerek, Müminun suresi 12. ayette “İnsanı çamurdan yarattık” denilerek, Rum suresi 20. ayette “Sizi topraktan yaratması” denilerek, bütün insanlığın toprak ve sudan, yani çamurdan yaratıldığına dikkat çekildiği görülecektir. Hepimizin çamurdan yaratılmasını sadece ilk insanla sınırlamaya çalışmaktansa bütün insanların çamurdan nasıl yaratıldığını açıklamak ayetlerin açık anlamlarına uygun bir yorumlama tarzı olacaktır.
Sadece ilk insanla çamurdan yaratılmayı sınırlayanlar ayetlerin açık anlamı yerine mecazi anlatımlara sığınmaktadırlar, çünkü ayetler sadece ilk insanı değil bütün insanları çamurdan yaratılışla tarif etmektedir. Bu ayetlerle tüm insanların yaratıldığı ham maddeye dikkat çekildiğini düşünenler ise ayetlerin açık anlamlarına daha uygun bir anlayışa sahip olmaktadırlar. Ayetlerin anlamını mecazi şekilde anladığımızda değil fakat en açık anlamlarıyla ayetleri anladığımızda evrimle Kur’an’ın anlatımları arasında bir çelişki olmadığına bir kez daha dikkat çekmek istiyorum.
Aslında “çamurdan tüm insanların yaratılmasının” açıklaması çok basittir ve çamurdan yaratılışımız her gün gözümüzün önünde gerçekleşmektedir. Birçok zaman gözlerimizin önündeki en açık ve en basit yorumu tercih etmek yerine zorlama yorumların peşinde koştuğumuz için yanılmaktayız. Yediğimiz gıdalar ya hayvansal ya da bitkisel kökenlidir. Tohumu toprağa ekilen bitki, toprağı ve suyu (çamuru) değişime uğratarak kendi bedenini oluşturur; bu bitkileri yiyen hayvanlar da bunları değişime uğratarak kendi bedenlerini oluşturur.
Örneğin salatalık ve domatesin tohumu toprağa ekilir, bu bitkiler toprak ve suyu değişime uğratıp kendi bedenlerini oluşturur, daha sonra bunları yiyen tavuk gibi hayvanlar da bunları yiyerek ve vücutlarında değişime uğratarak kendi bedenlerini oluşturur. Sonuçta bitkiler ve hayvanlar çamur ham maddesinin değişime uğramasıyla oluşmaktadır. Bu gıdaları yediğimiz zaman, aslında hayvanların ve bitkilerin bedenlerini yemiş oluyoruz ve vücudumuzda, bu canlıların bedenlerinin parçaları olan protein gibi yapı taşları değişerek bizlerin vücudunun birer parçası olmaktadır. Vücudumuzda her dakika yüz milyonlarca hücre ölmekte ve yüz milyonlarca yeni hücre oluşmaktadır. Bu yenilenen hücreler “ben” dediğimiz varlığımızı oluşturmaktadır.
Bu hücrelerimizin ham maddesi çamurun değişime uğraması olan yediğimiz bitkisel ve hayvansal gıdalardır, yani biz de her an çamurun değişime uğramasıyla oluşmaktayız. Her bir insanın vücudu, her an, hayvan ve bitki bedenlerinden oluşmaktadır; yediğimiz salatalık ve tavuk her an “biz” olmaktadır. Kısacası “çamurdan yaratılma” olmuş bitmiş bir süreç değildir, her an devam eden ve bizim de tanıklık ettiğimiz bir süreçtir ve sadece ilk insanla değil bütün insanlarla ilgilidir. Zaten bu yüzden de bizim bedenimizde olup da toprakta olmayan hiçbir element mevcut değildir.
Vücudumuzun yapı taşları olan demir, oksijen, kalsiyum, çinko gibi elementlerin hepsi toprakta mevcuttur. Ayetler bu kadar basit bir şekilde, en ufacık bir zorlama olmaksızın anlaşılabilir ve bu şekilde anlayış, neden ayetlerde bütün insanların çamurdan yaratıldığının ifade edildiğini çok daha iyi anlamamızı sağlar. Kur’an’da “çamurdan yaratılmadan” bahsedilmesinden dolayı evrim teorisine karşı çıkılması gerektiğini söyleyenlerin, en temel itiraz olarak gördükleri bu hususun cevabı bu kadar basittir.
Kur’an’da “çamurdan yaratılmanın” başlangıç aşaması olduğu söylenmektedir, bu aşamanın “başlama” (bedee) olarak ifade edilmesi de başka aşamaları akla getirmektedir. İlgili ayet şöyledir:
O ki yarattığı her şeyi güzel yapar. Ve insanı çamurdan yaratmaya başladı (bedee).
Bir ürünü oluşturan kişi birçok zaman ham maddesine atıfla o şeyin oluşumunu anlatır: Bir heykeltıraş “Mermerden heykel yaptım” der, bir marangoz “Tahtadan masa yaptım” der, bir aşçı “Patlıcandan ve etten imambayıldı yaptım” der. Bu, hepimizin alışık olduğumuz bir dili kullanma biçimidir. Böyle diyen heykeltıraş bahsetmediği için mermere şekil verme süreci olmadığını, marangoz bahsetmediği için tahtaları kesip biçmeyle şekil verme süreci geçirilmediğini ve aşçı bahsetmediği için patlıcanları soyma, hayvanı kesip etini alma, ardından yemekleri belli bir süre pişirmeyle imambayıldı yapma süreci yaşanmadığını hiçbirimiz anlamayız.
O zaman Allah “İnsanları çamurdan yarattım” dediğinde, bunun neden bir süreçsizliği ima ettiğini anlayalım? İşin doğrusu bu şekildeki ifade tarzında süreçsizliği ima eden en ufacık bir unsur yoktur. Üstelik Allah’ın yarattığı madde ve zaman sayesinde bütün süreç işlemektedir, süreçteki ham maddelerin yaratıcısı olmayan heykeltıraş, marangoz ve aşçının sürece atıf yapmadan ham madde ve sonuç arasında ilişki kurmasını yadırgamayanların, Allah’ın kendisi sayesinde gerçekleşen sürecin her aşamasından bahsetmemesini hiç yadırgamaması gerekir. “Çamurdan yaratılma” ifadeleri, çamurdan insana kadar hiçbir süreç geçmediğinin ifadeleri olarak değil fakat bütün insanların ham maddesinin açıklanmasının ifadeleri olarak anlaşılmalıdır.
Nitekim Kur’an’da, Hud suresi 61. ayette, Salih peygamber kavmi Semud’a “O (Allah) sizi yerden (arz) yarattı” demektedir fakat bunu hiç kimse bu kavmin annesi babası ve bir süreç olmaksızın üzerinde bulundukları topraktan yaratılmaları anlamında anlamamıştır. Eğer bir şeyden yaratılmaya işaret edilmesi, o şey ile ortaya çıkan varlık arasında hiçbir süreç olmamasını gerektirseydi, o zaman bu kavmin de yerdeki maddelerden bir anda yaratıldığı şeklinde ayetin anlaşılması gerekmez miydi?
Bilimsel anlatımla sebep sonuç ilişkileri ve doğa yasaları çerçevesinde süreçler tarif edilir. Fakat bu tarz bir anlatımın, bir kişinin gayesel yönelimiyle bu süreci gerçekleştirdiğini dışlamak zorunda olmadığımızı bilmeliyiz. Örneğin bir kişinin, misafirlerine ikram etmek için çay hazırladığını düşünelim. Bilimsel anlatımla buradaki süreç kısaca şöyle tarif edilebilir: Isıtılan çaydanlıkta suyun kaynaması, metallerin ısıyı iletmesi ve su moleküllerinin ısı enerjisi ile kaynaması sayesinde gerçekleşir.
Sonra çay bardağa döküldüğünde çay bitkisinin su molekülleri içinde dağılımı, çay sıvısının bardağın şeklini alması ve bardakta suyun durması fizik ve kimya yasaları sayesinde gerçekleşir… Fakat çayın hazırlanması ve servis edilmesi ile ilgili sürecin buna benzer bilimsel tarifi, hiçbir şekilde bir kişinin, misafirlerinin çay içmesi gayesiyle bu süreci gerçekleştirdiğini dışlamaz. Aynı şekilde çamurdan hayvanlara ve insana kadar oluşan süreçlerle ilgili herhangi bir bilimsel anlatımın, bu süreçleri Allah’ın hayvanları ve insanı yaratma gayesiyle gerçekleştirdiği şeklindeki İslami inançla çelişmediğini bilmek zorundayız.
Biyoloji ancak canlılarla ilgili süreçleri tarif eden bir bilim dalıdır. Bu süreçlerin bilinçli bir planlamanın eseri olup olmadığını söylemek ise biyolojinin işi değildir. Süreçle ilgili biyolojik bir açıklama ne teist ne de ateist bir açıklamadır. Fakat fizik veya biyolojiyle ilgili verileri değerlendiren felsefi bir yaklaşımla fizik ve biyolojiyle ilgili süreçlerin teizmi mi ateizmi mi desteklediği tartışılabilir.
Bu değerlendirme ise özünde felsefeyle ve felsefenin içinde özellikle Allah’ın varlığıyla ilgili delillerle ilgili din felsefesi alanıyla ilgilidir. Bu kitabın son başlığında, evrim teorisinin Allah’ın varlığı hakkında ileri sürülen delillere tehdit olup olmadığı da incelenecektir. Bu deliller hakkındaki kanaat her ne olursa olsun, cansız çamur ham maddesinden canlıların oluşumunu tarif eden biyolojiyle ilgili herhangi bir açıklamanın (bu açıklama ister doğru ister yanlış olsun) İslam dininin anlattığı yaratılış ile çelişmediği açıktır.
İnsan onuru, hayvanlarla soy ortaklığı ve maymun meselesi
Evrim teorisine İslam dini adına gösterilen tepkilerde en çok dile getirilen hususlardan biri bu teorinin insanlarla hayvanlar arasında bir soy ortaklığı kurması ve de özellikle hayat ağacında insan soyuyla maymunumsular arasında yakın bir ilişki bulunmasıdır. Fakat “İnsan türünün kökeninde böylesi bir ilişki olmadığını hangi Kur’an ayetine dayanarak iddia ediyorsunuz” diye sorulduğunda, bu konuya atıf yaparak itirazda bulunanların buraya kadar cevaplananlar dışında pek bir şey söyleyemediklerini görürsünüz. Öncekilere ilaveten önümüzdeki başlıklarda incelenecek olan birkaç husus ve insan soyunun diğer hayvanlarla ve maymunumsularla soy ağacında birleşmesinin insan onuruna aykırı olduğu itirazı bazen dile getirilir. Burada insan onuruyla ilgili itirazı cevaplamaya çalışacağım.
İnsanın soy kökeninin maymunumsularla ilişkilendirilmesinin insan onuru açısından bir sorun teşkil etmediği kanaatindeyim. Kendi kökenini insana üstün gördüğü için Allah’a isyan eden şeytan Kur’an’da kınanmıştır. Şeytanın kıssası üzerinden kökeninden dolayı övünme olgusunun Kur’an’da kınandığını, salt kökenden hareketle bir iyilik veya kötülük iddiasında bulunulamayacağını anlıyoruz. Durum böyleyken insan onurunu soy kökeninde aramak gibi bir yaklaşımın Kur’an temelli bir dayanağı olmadığı rahatlıkla söylenebilir.
Tek tanrılı dinlerin tüm kutsal metinlerinde olduğu gibi Kur’an’da da birçok putperest ve kötü ahlaklı kişi kınanır. Kur’an’da kınanan Firavun ve Ebu Leheb gibi kişiler insandır fakat bu hususu kimse insan onuruna zıt bulmamıştır! İnsan türünün üyeleri arasında böyle insanlar olmasını insan onuruna aykırı bulmuyorsak, hayvan türleriyle hayat ağacındaki herhangi bir ilişkiyi insan onuru açısından nasıl sorun olarak görebiliriz? Üstelik Hz. Muhammed’in en büyük düşmanları olan Ebu Leheb ve Ebu Cehil aynı zamanda onun yakın akrabalarıydılar. Eğer kötü birileriyle soy yakınlığı bir insanın onuruna zarar veriyorsa Hz. Muhammed’in böyle insanlarla soy yakınlığı olmasından dolayı onurunun zarar gördüğünü de kabul etmek zorunda kalırdık.
Fakat haklı olarak, hiçbir Müslüman böylesi bir iddiayı kabul etmeyecektir. Bu da soy bağıyla insan onurunu bağdaştırmanın yanlışlığını gösteren çok açık bir örnektir. İnsanların kedilerle veya balıklarla veya maymunlarla aynı hayat ağacında birleştiklerine ve soy ortaklığına sahip olduklarına dair bir iddia, insanların Firavun’la veya Ebu Leheb’le aynı canlı türünün üyeleri olduğu gerçeğinden daha mı kötüdür? Kur’an’da Firavun ve Ebu Leheb kınanır ama balıklar, sincaplar, filler, maymunlar kınanmaz. Kur’an’da bazı zalim insanların hayvanlardan daha kötü bir durumda oldukları şöyle ifade edilmiştir:
Onlar hayvanlar gibidirler, tuttukları yol bakımından hayvanlardan da şaşkındırlar.
Evrim teorisine karşı kimi zaman dile getirildiğine tanık olduğum bir retorik de bu konuda yapılan yanlışla ilgilidir. Bu retoriği “dedenin yakışıklılığı argümanı” olarak isimlendirdim. Bu retoriği ifade edenler şuna benzer ifadeler kullanmaktadırlar: “Benim dedem maymun değil, senin dedenin maymun olması kuvvetle muhtemel!” Bu retoriği kullanan kendi dedesinin ve kendisinin yakışıklı olduğunu ve karşısındakinin tipinin bozuk olduğu için maymundan gelmesinin muhtemel olduğunu ifade etmektedir.
Bu retorik gülmek için eğlenceli bir malzeme verebilir fakat bu retoriğin gerçek cevap zannedilmesi önemli bir hata olur. Kur’an’a göre hayvanlardan daha kötü durumda olan insanlarla insan türünün ortak üyesi olmaktan rahatsızlık duymayanların, Kur’an’da hiçbir kınamaya muhatap olmayan hayvanlarla soy ortaklığı olmasından rahatsızlık duymaları dini ve mantıki temeli olmayan bir rahatsızlıktır. Aksine bütün canlıları bir kökte buluşturan bir teorinin, canlılar dünyasına daha çok yakınlık duymamız için bir sebep sunduğu ve böylesi bir birleşmenin çekici bir güzelliğe sahip olduğu kanaatindeyim.
(İnsanın maymundan türediği görüşüyle “büyük varlık zincirinin” hiyerarşik varlık merdivenlerindeki bu sınıflama karıştırılmamalıdır) 19 Eğer insanla bir canlı türü arasında dönüşüm ilişkisi olacaksa, bu ilişkinin öncelikle insanla yan yana sınıflanmış olan maymunla kurulması kadar tabi bir durum yoktur. Evrim teorisini bazı ateistlerin istismar etmesi ve din adına bazı dindarların bu konuya yanlış yaklaşımı sonunda hiç gereksiz bir maymun düşmanlığı oluşturulmuştur. Bu şartlanmış tepkiye Kur’ani ve mantıki bir temel bulmak ise mümkün değildir; İslami açıdan itiraz için ise gerekli olan budur.
Ayrıca böylesi bir sorun görenlere karşı şu hususlar da gündeme getirilebilir: Cansız olan çamur, ham madde olarak insanların ve hayvanların “ortak kökeni” olduğunda bir sorun olmuyorsa, tek hücreli bir canlının tüm canlıların “ortak kökeni” olması da maymunumsuların insanın atası olması da insan onuruna aykırı bir husus olarak kabul edilmemelidir. Hayvanlar çamurdan daha mı aşağı bir mertebededir?
Birçok İslam filozofunun “büyük varlık zinciri” (the great chain of being) ile ilgili anlatımlarını bazı yazarlar, bu filozofların evrim teorisini öncelemesi olarak yorumlamışlardır. Oysa “büyük varlık zinciri” anlayışı evrim teorisinden çok farklıdır; öncelikle hiyerarşik varlık merdivenlerinde her merdiven doludur ve evrimleşecek canlıya hiçbir yer yoktur. Bir yanıyla evrime teorisine çok zıt olan bu anlayış, bir yönüyle varlık merdivenlerinin başına ortak ata konularak ve merdivenler arası geçişin birbirinden dönüşerek olduğu söylenerek, evrim teorisine yol açacak bir sunuma da sahiptir.
Bu konuda söyledikleri açısından aynı zamanda biyolog olan ve yedi ciltlik biyoloji ansiklopedisi yazmış olan Cahız’ın (öl: 869) diğer İslam felsefecilerinden ayrı değerlendirilmesi gerektiği kanaatindeyim. Cahız’ın bugünkü evrim teorisini öncelediğini söylemek aşırı bir yorum olsa da türlerin dönüşümüne ve doğal seleksiyona dokuzuncu yüzyılda atıf yapmış olması biyoloji tarihi açısından çok önemlidir.
Bilimsel veriler, vücudumuzdaki hücre sayısından çok daha fazla sayıda, trilyonlarla ifade edilen bakteriyi bedenimizde barındırdığımızı göstermektedir. Bedenimiz adeta bir bakteriler gezegenidir, vücudumuzdaki bu bakteriler adeta organlarımız gibi bizlerin parçalarıdır ve bunu da insan onuruna aykırı bulmayız. Bakteri gezegeni gibi olmamız, yani çok hücreli hayvanlardan çok daha basit canlı türlerinin trilyonlarcasını bedenimizde barındırmamız, hatta yaşam için onlara bağımlı olmamız insan onuruna aykırı değilse maymunumsularla soy yakınlığı neden olsun?
Bir önceki başlıkta dikkat çekildiği gibi bedenimizin yediğimiz besinlerin dönüşmesi ile sürekli yenilendiğini bir kez daha hatırlayalım. “Ben” dediğimiz bedenimiz aslında patatesin, pirincin, tavuğun, koyunun yenildikten sonra dönüşmüş halidir. Yediğimiz tavuğun, koyunun, patatesin, pirincin bedenimize her an dönüşmesini onurumuza aykırı bulmuyorsak; ilk insanların, hayvanların ve maymunumsuların dönüşmüş şekli olduğuna dair bir iddiayı da onurumuza aykırı görmemeliyiz. Biyoloji biliminin çok güzel bir şekilde açıkladığı gibi, yediği salatalığın ve tavuğun her an dönüşümü olmakta bir sorun görmeyen birçok kişi maymunlarla yüz binlerce yıl önce ayrılan bir soy ortaklığını sorun olarak görmektedirler. Evrim teorisinin onurumuza ve ahlaki yapımıza ters olmamasının, bu teorinin İslami inanç açısından doğru olduğu veya bu teorinin kabul edilmesi gerektiği anlamlarını taşımadığını da belirtmeliyim. O tartışma biyoloji, yer bilim, fosil bilim gibi bilim alanlarıyla ilgili bir tartışmadır. Fakat “insan onuruna” atıfla bu teoriye İslam dini adına itiraz edilmesinin Kur’an’i bir dayanağı yoktur.
Bazen insanın “en güzel bir biçimde (ahseni takvim)” yaratıldığına dair Kur’an ayeti gündeme getirilip, bu ifadenin evrim teorisi ile çelişik olup olmadığı da sorgulanır. Bu ifadenin geçtiği Tin suresindeki ayet, ilişkili olduğu bir sonraki ayetle beraber şöyledir:
Gerçekten de insanı en güzel bir biçimde (ahseni takvim) yarattık.
Sonra onu aşağıların en aşağısına (esfele safilin) çevirdik.
Bu ayette “en güzel bir biçimde” diye tarif edilen, insanın insan olduğu aşamadaki biçimidir. Bu biçimin, evrimle oluşup oluşmaması insanı tarif eden bu ayete zıt değildir. Nitekim insan, insan sureti kazanmadan önce sperm ve zigot olarak ve anne rahminde çeşitli şekiller alarak birçok aşama geçirir ama bu aşamaların hiçbiri de insanın “en güzel bir biçimde” yaratılmış olmasına aykırı kabul edilmez. Üstelik bir sperm veya bir zigotun insana şekil olarak benzerliği, maymundan hatta kediden bile daha azdır. “En güzel bir biçim” sıfatı, ortaya çıkan varlıkla ilgilidir, bu varlık ortaya çıkarken geçirilen aşamalarla ilgili değildir.
Ayrıca yukarıdaki iki ayet beraber okunduğunda, buradaki kastın insanın dış bedensel biçiminden çok ahlaki yapısıyla ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü dördüncü ayette “en güzel bir biçimde (ahseni takvim)” yaratıldığı söylenen insanın, beşinci ayette “aşağıların en aşağısına (esfele safilin)” dönüşmesinin mümkün olduğu ifade edilmektedir. Fakat putperestlik veya zulüm gibi fiillerde bulununca insanın dış bedensel yapısı değişmez, yani “aşağıların en aşağısı (esfele safilin)” ifadesiyle bedensel şeklin bozulmasından bahsedilmemektedir. O zaman dördüncü ayette bunun zıt durumu olarak gözüken “en güzel bir biçimde (ahseni takvim)” ifadesinin bedensel bir görüntüyle sınırlanmaması gerektiği, bu ifadelerin daha ziyade insanın ahlaki yapısıyla alakalı olduğu anlaşılmaktadır. Kısacası “insan onuruna” veya “en güzel bir biçimde” yaratılmaya atıf yapılarak evrim teorisinin İslam ile çeliştiği savunulamaz.
İsa’nın durumu Adem’in durumu gibidir
Evrim teorisine Müslümanların inanmaması gerektiğini savunanların bir kısmı şu Kur’an ayetini delil olarak ileri sürmüşlerdir:
Şüphesiz Allah katında İsa’nın durumu, Adem’in durumu gibidir. Onu topraktan yarattı, sonra ona “Ol” demesiyle o da olur.
Bazıları bu ayetteki “İsa’nın durumu, Adem’in durumu gibidir” ifadesinden hareketle Hz. İsa’nın babasız oluşuyla Hz. Adem arasında bağlantı kurmak istemişlerdir. Buradan ise Hz. Adem’in annesizbabasız olduğuna ve evrimin bir parçası olmadığına sıçrama yapmaya çalışmışlardır. Fakat bu ayet, bu şekilde anlaşılmaya kalkılırsa, Hz. İsa’nın annesi vardır, annesi onu karnında bir süreç boyunca taşımıştır ve bu doğum Kur’an’da anlatılmaktadır.22 O zaman bu açıdan bir benzetme yapılacaksa, Hz. Adem’in anne karnında bir süreç geçirdiğini de söylemek zorunda kalmaz mıyız? Hz. Adem’in süreçsiz bir şekilde oluştuğunu savunmak için ortaya atılan bu benzetmenin süreçsiz bir oluşumla ilgili olmadığı açıktır.
Bu ayetin öncesindeki ayetler okunduğunda, bu ayete gelene kadar birçok ayette Hz. İsa ile ilgili anlatımlar olduğu gözükür, ayetin sonrasında ise Ehli Kitap’tan yani Yahudiler ve Hristiyanlardan bahsedilmektedir. Kısacası bu ayette odak noktası Hz. Adem değil Hz. İsa’dır. Ayette düzeltilmeye çalışılan Hz. İsa ile ilgili yanlış inançtır. Hz. İsa ile ilgili yaygın ve İslam’a en aykırı inancın ise onun tanrısal özü olduğu iddiası olduğunu biliyoruz. O zaman, bu ayetin adeta şöyle dediğini anlamak daha makuldür: “Siz İsa’ya tanrısal bir öz atfediyorsunuz ama onun özü aynı Adem gibi topraktır, yani o tanrısal öze sahip değildir, Adem ile aynı öze sahiptir.” Ayet böyle anlaşılınca, ayette Hz. Adem’in süreçsiz oluşumuna dikkat çekilmeye çalışılmadığı fakat Hz. İsa’nın ontolojik yapısıyla ilgili İslam inancına aykırı iddianın düzeltilmesinin hedeflendiği anlaşılır.
Ayette, Hz. Adem’e gönderme yapılarak sıra dışı bir yaratılış örneği verilmemekte fakat Hz. İsa’nın toprak ham maddesinden yaratıldığına dikkat çekilerek onun da diğer insanlar gibi olağan bir doğası olduğu anlatılmaktadır. Ayet böyle anlaşılınca, ayetteki benzetmenin hangi özellik üzerinden yapıldığının cevabı da ayetin içinden anlaşılmaktadır; ayette dikkat çekilen “topraktan yaratılma” benzerliğin kaynağıdır. Fakat benzetmeyi babasızlık üzerinde anlamaya kalkanlar, ayette atıf yapılmamış bir unsur üzerinden benzerlik kurmaya çalışmaktadırlar.
Fakat bu ayetin, bu konuyla ilgili değil de, bazılarının kafasında şüphe uyandıran bir mesele olan Hz. İsa’nın annesiz doğmasıyla ilgili olduğu düşünülürse o zaman şöyle de anlaşılabilir: “Siz İsa’nın annesiz doğumunu anlamıyorsunuz ama Adem’i toprak gibi bir ham maddeden yaratan için böylesi bir yaratılışı gerçekleştirmek çok basittir.” Bu arada “Adem” ifadesinin, birçok müfessirin (Kur’an yorumcusu) de dikkat çektiği gibi, insan türünü temsilen kullanılmış olabileceği de not edilmelidir.
Ayrıca ayetteki “onu” zamirinin (“halakahu” kelimesindeki “hu” zamirinin) Hz. İsa’ya gönderme yaptığı ve Hz. İsa’nın toprak ham maddesinden “Ol” emriyle yaratıldığını anlattığı da düşünülebilir. Nitekim Hz. İsa’nın dünyaya gelişinin anlatıldığı şu ayette de Hz. İsa’nın yaratılışı “Ol” emriyle beraber aktarılmıştır:
Meryem dedi ki: “Rabbim, benim çocuğum nasıl olur? Bana hiçbir insan dokunmadı ki!” Allah da “Allah dilediğini işte böyle yaratır. Bir iş ve oluşa karar verdiğinde ona ‘Ol’ demesiyle olur” dedi.2
Önceki başlıklarda dikkat çekildiği gibi bu kitaptaki yaklaşımı anlamak için “süreç” kilit kavramdır. Kur’an’da, Allah’ın Zekeriya’yı “bir şey değilken yarattığı” söylenir.24 Bu ayeti bile kimse süreçsiz bir yaratılmanın delili olarak görmemiştir. (Herhalde Hz. Adem için böyle bir ifade Kur’an’da kullanılsaydı “Hz. Adem’i Allah’ın evrimle yaratmış olabileceğine inanmakta sorun olmadığı” görüşüne insanları inandırmakta büyük güçlük çekilirdi.) Bu ifadenin Hz. Zekeriya’nın anne ve babasının, doğum öncesi evrelerinin, çocukluğunun yok sayılması anlamına gelmediği açıktır.
Eğer Hz. Adem’in yaratılışı için de benzer bir durumun olduğu, Hz. Zekeriya’nın hiçten yaratıldığı ifadesiyle sürecin dışlanmadığı gibi Hz. Adem’in (veya Hz. İsa’nın) topraktan yaratıldığı ifadesinin de süreci dışlamadığı söylenirse, bu sürecin de evrim olduğu savunulursa, buna Kur’an’a dayanarak itiraz etmek mümkün değildir. Kısacası Hz. İsa ile Hz. Adem arası benzetme yapan ayetten veya başka bir Kur’ani ifadeden hareketle Hz. Adem’in doğrudan, hiçbir süreç olmaksızın (annesiz ve babasız) topraktan yaratıldığını söylemek mümkün değildir.